Aşkı tanımlasana bana
Akasyaların altında diz dize konuşulan saçaklarından yıldızlar sarkan, kırmızı kiremitli, cumbalı evlere ilişkin ilk gençlik yıllarının olmazsa olmaz romantizminin kolaycılığını değil kuşkusuz.
Leylak kokuları sevgilinin kokusuyla karışınca, derin solumalarla sonsuz birliktelik antları içerken yaşanılan anlık utkuları da değil.
Dokunmanın gizini söz gelimi. Ayrı coğrafyalarda bir kez olsun göreyimi tanımla. Söylenmez sözler söylenir olunca, felaketin her çeşidini birden tatmayı…
Anlat sevgilim.
Ellerin avuçlarımda erirken neden bu kadar korkardık? Toplum ahtapot kolları ile koparırken seni benden, nasıl inandın onlara? Aşka sımsıkı sarılmanı beklerdim. Oysa sen ayrılığı seçtin. Yıkımı yani, yenilgiyi….
Yemiş yüklü dallar gibi kırılıp yere düştüğümde en çok ellerini aradım ve gözlerini. Onlara bakmaya doyamazdım, bilirsin… Şimdi bu kadar yabancı olmasaydık, ağlamayacaktım….
Biliyor musun ? Biriktirdiğim hiç bir anı, yazı, ses yetmedi özlemi dindirmeye. Sonra öğüdünü tutarak anılardan kaçtım. Sonsuzluğa gönderdim hepsini. Hepsi kafamın içindeymiş meğer. Silinmiyor, kalıyor tüm izler. Bir labirentte benzer izler…
Saat sensiz. Saat sessiz. Sen sessiz. Sessiz ve habersiz geçen binlerce geceden bir gece. Sessizlikte boğulan bir ben. İçimde ki aynalardan dalga dalga duvarlara yansıyan bir sen. Duvarlar sağır, duvarlar dilsiz. İçimde hiç susmayan, susturamadığım sesler. Ellerin geliyor aklıma, gözlerin ve sözlerin. Sesin geliyor kulağıma… Kaçacağım, sığınacağım seni hatırlatmayan bir yer bulabilsem keşke tüm şafaklarda….
Seni çok özledim.
Seni çok özledim….
Başka bir şey de yazmıyorum.
Hüznün kalın perdelerini aralayıp kaç zaman sonra hayaline ulaştığım sevgili heyyy !
Seni seviyorum….
Anonim
Fotoğraf: Lago di Albano / İtalya. 2017