Lise yıllarımdı. En sevdiğim şey radyo dinlemek, dinlerken de illa bir şeyler karalamaktı. Ya resim yapmaya çalışır ya şiir yazmaya heves ederdim. Yine böyle günlerin birinde, radyo frekanslarını manuel olarak karıştırırken rastladım sesine.
Onu ilk defa radyoda dinlemiştim. Sakinliği, dinginliği ve güven veren bir yanı vardı ninni gibi sesinde. Adeta göl kenarı gibiydi. Yanına oturup dinlenmek gelirdi içimden. Bir sürü arayan, ağlayan, sızlanan olurdu programında. Sormak istediğim soruları sorar, vermek istediğim cevapları verirdi arayanlara. Sonra biraz kıskanırdım onu. Sonra kendime gülerdim. Kimdi, merak ederdim. Hayal ederdim. Hiç tanımadığı bir insanın hayatında bu kadar çok yer aldığını bilse, ne hisseder derdim kendime. Hiç cesaret edemedim o programı aramaya, sesimi duyurmaya. Sanki bir sihir vardı ve aradığımda kaybolacaktı. Hep bir perdenin gerisinden sevdim sesini. Neydi, kimdi, neden bu kadar hüzünlüydü, gerçek miydi değil miydi?…
Bir sürü şey girdi araya.
Yıllar sonra ilk defa, bir göl kenarında gördüm onu. Üzerinde krem rengi bir yelek vardı. Bana bakmıyordu ama gülümsüyordu. Orada duruyordu işte. Bu tanışıklık hissi nereden geliyordu, bilmiyordum ama hep beklediğim karşımda duruyordu. O göl kenarında, o göl adam gülümsüyordu.
Her neredeysem, yanımda olduğunu hissediyordum. Gözlerini, dudaklarını, gülüşünü, sesini… Beraber alış veriş yapıyor, yazıp çiziyor, çalışıyor, müzik dinliyor, film izliyor, sohbet ediyor, yürüyor, uyuyorduk. O yoktu ama vardı.
Aynı yaşlardaydık. Hemen hemen her şeyi aynı zamanlarda keşfetmiştik. Aynı zamanlarda değişmişti bedenimiz, ruhumuz, duygularımız. Hep aynı zamanlarda benzer yenilgiler, yanlışlar yaşamış ve geç bulmuştuk birbirimizi. Belki de kalan ömrümüze yayılacak derin, anlaşılmaz, aşılmaz bir sessizlik kaldı geriye…

O göl adam, göl gibiydi gerçekten. Sakin, dingin, derin, kıpırtısız bir göl. Kendini kuş sesleri, yağmur ferahlığı, çam kokuları, rüzgar uğultusu ile eğleyen; İçine aldığı hiçbir şeyi atamayan, coşamayan, taşamayan, taşıramayan, içi bataklık bir kara göl…
Bense denize benzetirdim kendimi. Enginliğinde kaybolunan, içine dalıp gitmek istenen, dalgalanan, gel gitler yapan, boğan, kıyılarını döven deniz…
Denizle göl gibiydik ve hiçbir nehir yoktu aramızda. İkimiz de suyduk. Suları karışamayan…
~~~
Gönül günlüğünden bir hikaye.
Fotoğraf: Yedigöller /2016
Belki bir fotografla hatırlanacak her sey!
Sevginin Günlügü

Pınar
10 Nisan 2025“Ölüm Değilse Bizi Ayıran, Yazık Olmuş, Hata Yapmışız” cümlesi geldi aklıma.